13.8.11

Yabancı Üzerine


Bu aralar kitaplar hakkında yazmak iyi olacak, biraz beklemek için bendekileri. Yabancıyı uzun bir süre sonra tekrar okudum. Bir kere daha diyebilirim ki karmaşıklığın bu kadar basit ve bireye indirgenerek kaleme alınması beni büyüledi.

Yabancı'nın hemen giriş cümlesiyle, insanı sarsan bir merak yaratması kitabın düşünceye ve ele tutunmasını sağlıyor: "Annem ölmüş bugün; belki de dün bilmiyorum."

Aldığı bu haberle Mersault bu garip öyküyü başlatıyor. Mersault haberi aslında gayet "samimi bir sakinlik"le karşılıyor. Bu hemen romanın başında karakteri ilginçleştiriveriyor. Bu noktada Camus'nun kitabın hemen başında elindeki yayı iyice gerdiğini söylemek mümkün.

Mersault; iç konuşmalarında hayattan bir beklentisi yok gibi görünse de, gündelik de olsa mutuluğun peşinde olan bir adam. Aslında böyle mutlu olabileceği bir günde, annesini kaybettiğine ve o prosedürler gereği eğlenemeyeceğine hayıflanabiliyor.

Onun uykuya olan eğilimi, dünyadan sıkılmışlığın bir göstergesi. Gözlerini kapadığında her şeyin biteceği bir anı yaratabileceğini düşünüyor. Onu sıkan olaylar ve insanlardan büyük bir sabırsızlıkla uzaklaşmak istiyor, tahammül edebileceği aşikarken.

Mersault etrafındaki insanların sıkıntılarını, hislerini çok fazla ciddiye almamakla beraber, onları küçümsemiyor da, sadece herkesin dünyaya onun gibi ciddiye almadan bakabilmesini arzuluyor. Aslında çok sık kullandığı Bence Bir deyimi bunun işaretidir: Sevgilim olsa da bir olmasa da, annem olsa da bir olmasa da. Arkadaşı Raymon'ın sorununua eğilirken de, Marie'nin ona olan ilgisini öğrendiğinde de bir boş vermişlikle harekete geçiyor. Ama boş vermişlik de olsa yine bir devinime dönüşen bu durum iyiniyetten daha çok zamanın içini doldurma amacına sahip gibi.

Mersault, davasına konu olan cinayeti de yine hiçbir amaca hizmet etmeyecek bir şekilde işliyor. Karşısındaki Arapla hiç bir kişisel düşmanlığı olmadığı halde ve bu adamın arkadaşı Raymon'la olan husumetini de hiç umursamadığı halde bu adamı öldürüyor. Dahası bir hınçın boşalmışlığını simgeler şekilde yerde yatan cesede kurşunlar sıkmaya devam ediyor. Sanki o an tüm sıkıntılarını yerde yatan Arap simgeliyormuş gibi.

Romanın sonuna doğru papazla yaptığı konuşmalarda işlediği cinayetten ötürü pişmanlık duymasa da eski hayatını devam ettiremediği o hücrede özlemle dışarıyı andığı oluyor.

Romanı okurken Kafka'nın davasına takılıyor aklım. Simgesellikle örülü bir suçtan yaratılmış Dava'ya karşın, gerçekçi ve gündelik sıkıntılarla örülmüş bir dava. Mersault sürekli sanık olmanın ve müvekkil olmanın arasında gidip geliyor. Avukatının mesleki kaygıları nedeniyle, onun düşüncelerini hiçe sayarak yaptığı savunmayı gülünç bulurken, ara ara avukatın bu müstakil düşüncelerine karşı çıkmak ve ona hayır ben böyle demezdim diye çıkışmak istiyor.

Dava süresince ve davanı aleyhinde sonuçlanmasının ardından hücresinde geçirdiği günlerde Mersault yaşamın tek düzeliğini kabul ediyor. Dışarıdaki yaşamla içeridekinin bir farkı olmadığını ve dışarıda tek bir gün dahi geçiren birinin bir hücrede bu anılarıyla bir ömür yaşayabileceğini iddia ediyor.

Mersault çarptırıldığı ölüm cezası sonrasında kendini ölüme yakıştıramıyor. Kendini ölüm anında hayal edemiyor. Keşke bir kaç idam izleseydim diye kızıyor kendine.

Bu tüm tepkileri ve düşünceleriyle Mersault olağandışı bir karakter. Toplumun kabul edemeyeceği kadar farklı. Hiç bir zaman rol yapmayan, içinden geldiği gibi davranan biri. Aklından geçen her şeyi yapıyor neredeyse ve aklından geçenlerin tanığı olamayanlara ise kendilerini bir kenara bırakıp onu kolayca ayıplama şansı doğuyor. Annesinin ölümüne üzülmemesi bu nedenle işlediği cinayetten bile daha önemli bir yargılama noktası oluveriyor.Dava sırasında savcının soruları öyle bir hal alır ki, cinayet değil de annenin cenaze töreninde yaşananlar birincil konuma gelir.

Toplum neden böyle düşünür o halde? Çünkü insan bir yakınının hele ki annesinin ölümü durumunda üzülür (üzülmelidir), böyle bir üzülme istemdışıdır ve elbet böyle ise samimidir. Oysa insan böylesi anlarda, benim şu an üzülmem gerekiyor deyip de üzülebilir. Bu samimi olmayan bir durumdur. İstemdışı üzülen insan, istemdışı acıkıyor, gülüyor, üşüyordur da. Mersault ise istemli bir şekilde üzülmez gibi görünür; yine cinayetten ötürü istemli bir şekilde pişman değildir ve istemli bir şekilde tanrıyı da reddeder. Bu nedenle normal insanlar için o nefret edilesidir,dışlanasıdır, yabancıdır. Onun bu haliyle bu dünyada yeri yoktur. Ya gözlerini kapatıp uykuya dalacaktır, ya da öldürülecektir.

Mersault dünya üzerindeki herhangi bir iklimde yaşayabilecek biri değil, ancak bir filozofun kafasında yaratılabilir. Felsefesini mutluluk düşüncesinin ve umudun boşunalığı üzerine kuran ama umudun ve mutluluğun ölümle sonuçlanacak bu saçmalıkta yine de peşinden koşulabilecek yegane amaç oduğunu bilen bir filozof.



*denniswarhol*


Hiç yorum yok: