2.2.07

aşkın elleri gayet küçüktür

Masmavi görünmesine rağmen aslında bir rengi olmadığına emin olduğum bir gökyüzü üzerimde, oramda buramda çokçası sigara içmekte olan bir insan kalabalığı, karşımda deniz kıyısına kurulmuş ulu camiler ve onların efsunlu minareleri, solumda bir tablo gibi şehrin duvarına asılmış topkapı sarayı ve dahası bir kolye gibi istanbulun boynuna asılmış köprüler ve o köprülerin ağırlığına hiç aldırmadan sanat yaşamına devam eden eşsiz boğaz manzarası... Tam yanımda ise bir kaç saattir beraberce yürüdüğümüz iki arkadaşım vardı. Ağladığımı nasıl olduysa benden önce onlar fark etmişlerdi. Ne oldu, neyin var, diye sormaya başladıklarında durumumu yeni yeni anlıyordum. Engellemeye çalıştım, ama bir anda kesilmiyormuş o yağmurlar. Cebimden bir kağıt mendil çıkarıp, iyice kurulandım. Tamam bir şey yok devam edelim yürümeye dedim, sakince... O gün, beni ağlatan şey her neydiyse inan bilmiyorum, ama en son o gün ağladım. Dur bir daha düşüneyim, evet evet, en son o gündü.

Anladım, dedi. Sonra omuzlarımdan tuttu. Anladım, ama bu iyi değil dedi. Ellerini omuzlarımdan çekti, oysa ben hep orada durmasını isterdim. Ne yani çokça ağlasam daha mı iyi dedim. Yoo, ağlamak daha iyi demek istemiyorum ama, bu en son ağladım dediğin gün çok önceleriydi, değil mi? Evet, beş altı sene olmuştu. Daha şaşkın bir ifade takındı, altı yıl gerçekten fazla gelmişti galiba. Ben neredeyse her gün ağlarım biliyor musun, dedi. Her gün ağlayışının bir nedeni vardı elbette ve işte anlatıyordu büyük bir heyecanla. Anlatırken, cümlelerinin ne kadar basit ve kısa cümleler olduğunu farkediyordunuz hemen. Onun sadece kelimelerini değil, yüzünü dudaklarını, ellerini hatta ağzından çıkan güzelim su damlacıklarını (tükürük) de takip ediyordum. Mutluluk gibi bir şeyler hissettiğimi farkettim o an. Bu, bana hep böyle birdenbire olurdu zaten. Sonra sebebini arar dururdum. O ankinin sebebi neydi peki? Yeni birini tanımak, onun hayatında olduğunu düşünmenin kulağa gayet güzel gelmesi mi? Artık başkası değil o benim için diyebilmek belki de sadece. Peki, bu mutlu eder miydi hep?

Hikayesini anlatmayı bitirmişti, bilmiyorum dağılmıştım ben, belki de yarım bırakmıştı. Bir kaç adım ilerimde adeta dans ederek yürüyordu. Ona yetişmek için çabalamadım. O an Haliç'e doğru bakmak istedim büyük bir istekle. Galata Köprüsü'nün parmaklıklarından sallandırdım el işi çantamı bir o yana bir bu yana ve güneşin vedasını izlemeye daldım. Göz kapaklarımdan içeri bir hain gibi sokulan o sinek olmasaydı, izlemeye daha da devam edecektim. Ama şimdi bu davetsiz misafirle uğraşmalıydım. Ovuşturdukça, gözlerim daha çok yanıyor ve acıyordu; ama hala içindeki cesedi çıkaramamıştım. O an, aşkın o küçücük ellerini omuzlarımda hissettim. Kafamı çevirdim, tek gözümle ona baktım. Beni bu halde gördüğüne şaşırmıştı. Ne oldu sana, neden ağlıyorsun, neye üzüldün ki şimdi, diye art arda yağdırmaya başladı soruları. Hayır ağlamıyorum. Gözüme bir şey kaçtı sadece dedim, ama beni dinlemedi bile. O, bana işte tam bu sıralarda aşık oluyordu. Bunu küçük kırmızı bir deniz gibi durmadan dalgalanan dudaklarından anlayabilirdiniz. Dudaklarıyla, gözlerime dokunduğunda, tüm o acının yerini bir ferahlık almıştı. Gözlerinin, ıslak hali de çok hoşuma gitmişti. İşte ben, bir sineğin cansız bedeninde belki de yeni bir hayat bulduğum o gün, ona aşık olmuştum. Ve bu en son aşık olduğum gündü...

Hiç yorum yok: