23.1.07

bir sevgili bir milyon sevgili gibi geçmemeli ömürden

Çok küçük yaşlardan beri sık sık hastanelere taşıdım bu işe yaramaz bedenimi. 6 yaşımdayken zatüreye dönmesine ramak kalan bronşit neredeyse bizi çok erken emekliye ayıracaktı; ama fleming sağolsun, onun bulduğu penisilinle iyileşebilmiş defolu da olsa hayata devam edebilmiştim. Hastalık tarihim boyunca çok farklı hemşireler ya da kimi zaman iğneci ablalar, teyzeler gördüm, onlar da benim kaba tabirle amiyane yerlerimi gördüler. (ya da tam tersi neyse) İlginç olan bir durum vardı; iğne aynı iğne, ilaç aynı ilaçtı; ama kişiden kişiye değişen bir şey vardı ki, o da benim popomun çektiği acının şiddeti. İşte bu vesileyle Adile Teyze'ye değinmek gerekiyor, değinelim o zaman. Adile Teyze tesadüfe bakın ki gerçekten de mükemmel bir "adilenaşitinsanı" idi. Onun yanına iğne yemeye gittiğimde hiç bir acı hissetmeyeceğimi bilirdim. Anneme, Adile Teyze nasıl oluyor da acıtmadan yapıyor bu işi, diye sorduğumda; annem hayatımın sonraki kısımlarında çeşitli vesilelerle defalarca duyacağım bir şey söylemişti: ADİLE'NİN ELİ HAFİFTİR OĞLUM. Evet gerçekten de durum böyle bir durum olmalıydı. Adile'nin eli hafifti ya da sihirli. Adile Teyzeyi sırf bu yüzden çok sevmiştim ve hala unutmam. Abartmıyorum hasta olsam da iğne yemeye adile teyzeye gitsem diye düşündüğümü de bilirim o zamanlar. Çocuk işte, mal olabiliyor.
Bilen biri gelsin beni sevsin demiştim yıllar önce, bu bir basın bildirisii gibiydi benim için. Bu, şu demek oluyordu: Ben kendimi yeterince savunmasız hissediyorum ve bağışıklık sistemimi çok zorda kalmadıkça size karşı kullanmayacağım, gelin de beni bir güzel hasta edin, yatak döşek, salya sümük. Aşk tedavisi mümkün bir hastalık mıdır, bunu çözmek romantiklerin işi. Benim derdim şuydu: Ben sevmeyi bilmediğime emindim, ve karşıma öyle biri çıksın istiyordum ki; hem bana sevmeyi öğretsin hem de beni işini bilerek sevsin. Soğuk bir İstanbul mekanında, buz gibi esen rüzgara, tipiye, kara aldırmadan bir uzun yürüyüşe çıkmaya karar veriyordum. İstanbul'dan Ankara mekanına kadar bir yürüyüş. Hasta olmak kaçınılmaz değil mi? Ölüm de hiç zor bir ihtimal değil, ama hasta olma amacıyla yoldasınız ve ölüm durumuna düşerseniz kendinizi garantiye alacak çareler de kurarsınız kafanızda. Belki bir kaç penisilin...
Bir sevgilinin ağırlığı yaklaşık olarak 45-50 kilogram arasıdır Adile Teyze.
Sevgili hayatı çizen kişiye denir Adile Teyze.
Bir sevgilinin çizdiği yer bazen bir dünyanın yüzölçümü kadardır.
ve bazen sevgililerin eli çok ağır olabiliyor Adile Teyze.
Senin elin hafifti seni unutmadık, peki bu sevgiliye ne yapmalı, unutmalı mı onu?
Haklısın Adile Teyze, şimdiden tüm sevgilileri uyarmalı.
onlara demeli ki;
Bir sevgili bir milyon sevgili gibi geçmemeli ömürden.

16.1.07

sui generis

yırtık kadife bir pantolon, üç tekerli bisikletten iki tekerliye geçemeyiş, kanın hayatta ne kadar önemli olacağını anlama ve kan kokusu ve kan akışının ferahlatıcılığı ve nihayetinde kan tutan bir adam oluveriş, istediği an istediği yerini kanatabilme özelliği, dizlerin yüze dayandığı anların giderek arttığı bir ergenlik dönemi, çalışan ebeveynler; özellikle çalışan anne, zayıf yaratılmış bir akciğer, sürekli bir göğüs ağrısı, hastalık yaratabilmede üstün beceri, kadınları anlamak için hiç uğraşmamanın yarattığı hafif yenilgiler ve bir adet ağır yenilgi, kadınların sürekli galip geldiklerini farketme, kadınları anlamak için uğraşmanın gereksizliğini kavrayış, en azından yeni yenilgilere hazırlıklı olmanın verdiği su serpicilik, zayıf saç kökleri, stresli uzun süren üniversite yılları, sol, insancılık, eldekini kurtarmak için yapacak bir şey kalmadığında mutlaka bir yeninin ortaya çıkışı ve bunun verdiği rahatlık, sürekli bir iç hesaplaşma, sürekli bir iç konuşma, sürekli bir iç arayış, ve bu yüzden hep daha çok ağrı, hep daha çok acı, kolayca güvenebilme, ama denize güvenemeyiş, yüzmeyi beceremeyiş, denize sadece bakabilme ama içine girememe, ayaklarını yerden kesememe, hemen sendeleme, panikleme, panikleme, fazlaca panikleme, evham, hastalık hastalığı, ölüm korkusu, ölmek korkusu, sıkça ölüm anının hayali, böyle yaşanamayacığının bilinmesine rağmen ısrarla ölüm anını hayal ediş, kalbin duruş anı, bir kurşunun deriyi deliş anı, bir dişin karın boşluğuna geçirilişi, bir çok kadınla iyi anlaşabilme, ama yine de sürekli bir ilişki koparma bitirme iç güdüsü, karşı cinse iyi olduğunu değil daha çok işe yaramaz olduğunu anlatma eğilimi, fazlaca dürüstlük, bu yüzden sık yaşanan hüsran. fazlaca göğüs ağrısı, siyah bir yüzük, keçi bir sakal, işte hepsi bu kadar.

12.1.07

Ssıkkkkıntıııı

Bende insanların sinirine dokunan bir gariplik var. (alnıma yazılı)
Oğuz ATAY
Tehlikeli Oyunlar


Yatağımdayım, odamdayım, evimdeyim, sokak kapısını açmayacağıma eminsiniz, evden dışarı adımımı atmayacağıma, odadan çıkıp su almaya bile gitmeyeceğime, bu yataktan çıkmayacağıma, kapıyı... Tamam sus. Ama orada bir tümsek oluşturdum sanki, ya da iç bükey bir şey, bir ayna. Ne diyorsun yine sen, iç bükey ne demek? Odadan başlıyor, yine odaya dönüyor, onu diyorum. Kısırdöndü diyorlar ona. (:)) Gülüyorsun yine. Kısır yemeyeli ne uzun zaman oldu değil mi? Evet. En son Döngü Yenge yapmıştı. Döngü değil kör olasıca Döndü. Gülme... Dolmuşun dikiz aynasına asılı geldim bugün, öyle sıkış tıkıştı ki... Yine anlatacak bir şey bulamıyor ve minibüs hikayelerine başlıyorsun: Tüm teyzeler bisssmillahi... diyerek biniyorlarmış minibüse de, yaşlılara yer vermemek için uyur taklidi yapıyormuşsun da, bir keresinde şoföre senden çok daha yakın olmasına rağmen kızın biri taa arkada duran sana "şunu şoföre uzatır mısınız beyefendiciğim" demiş de (bunun bir asılma vakası olduğuna inanman çok saçma geliyor bana hala), sonra yine bir keresinde adamın biri aynaya asılı... Bunu daha şimdicek anlattım, adamın biri dediğin de benim. Tüm gün evdeydin oysa, ayna, minibüs... Tam 20 gün ve 4 yıldır yatağın içindeydi, ve bağdaş kurmuş oturuyordu kirli ve ter kokan döşeğinin üzerinde. Acaba kokuyor muydum, ondan mı kaçıyorlardı benden? Koltuk altlarım ağrıyordu benim çocukluktan beri, ondan çekinirdim hep traş etmeye, halbuki bir parföm kullansan bunların hiç biri olmayacaktı. Yok artık, sırf bu yüzden mi bu haldeyiz? Saçmalıyorsun. En son dışarı çıktığımda hava pek terlemeye müsait değildi. Hava terler mi hiç. Terletmeye değildi. Sen hep terlersin, bırak havaya suya bok atmayı. Parföm kullansaydım demek... Saçmalama. Kapı felan çalmayacak ve sen bunu bilmene rağmen gözünü kulağını hep kapıda tutuyorsun. Döngü yenge olsa açardı kapıyı, döndü lanet... Sonra kapı gene kapanır, sonra gene açılır; kapıyı açar mısınız şoför bey inecek var. Işıkları geçeyim müsait bir yerde açarım. Kapı açılıyor, 90 derecelik bir açıyla açılıyor. Kapanırken açıyla değil de gıcırtıyla kapanıyor, 360 derecelik gıcırtılar. 360 derece, kısır döngü gibi bir şey oluyor. Döndü Yenge'nin hiç çocuğu olmadı, kısır değildi gerçi ama sonuç aynıydı. 40 gün mü oldu dışarı çıkmayalı, ne önemi var günün sonuç aynı işte, dışarı çıkılmıyor. Sen dışarı çıkmayınca kimsenin dışarı çıktığı felan da olmuyor. Sırf ben dışarı çıkmıyorum diye herkes eve hapsoluyor ama bu haksızlık. Peki ya o dolmuşlar, saçmalıyorsun yine. Kimse dışarı çıkmasaydı minibüsler dolmuşlar neden sabah akşam mekik dokusunlardı. Sonra bana asılan o kız kesinlikle dışarıdaydı. Eminim, çünkü ayakkabıları vardı, biraz kum biraz toprak, biraz da parlak, hepimiz gibi ayakkabıları vardı. Kimileri evde de ayakkabı giyiyor ama. Gregor yavaş yavaş yatağından doğruldu. Kitap mı okuyorsun yine. Evet bir böceğin insana dönüşmesini anlatıyor. Ben olsam tam tersini yazardım. O da tam tersini yazmış zaten. Yine bir kısırlık var o zaman. Evet yine bir kısırlık. Yalnız kalışımızın sebebini açıklamaya çalışıyor bu böcek bize galiba, değil mi gregor? Duymaz seni, işittiği felan da yok çünkü artık bir böcek değil o. Böcekken konuşamazsın insanken de duyamazsın, en temel farkları budur. Şoför bey müsait bir yer bulamıyor musunuz, inmem lazım zira işe geç kalıyorum. İyi de sen işten gelmiyor musun zaten dedi güzel kız. Asılıyordu. Dikiz aynasına asılıydım. Siz yine de müsait olunca haber verin olmaz mı? Şu kaldırım müsaitti aslında, ama nedense indirmediniz. İnmeyiniz beyefendiciğim. Şoför Bey bizim yatağın oradan da geçiyor muydu bu dolmuş. En iyisi mi siz beni yatağıma kadar götürün. Bizi götürün. Zil mi çaldı sanki, Döndü Yenge kısır getirmiştir, aç kapıyı şoför bey...

11.1.07

arızalı hikayeler (2)

yazılmamış hiç bir şey yok galiba yoksa sen eminim o yazılmayanı bulabilirdin. beni çok önemsiyorsun gibi geliyor. yoo hayır seni önemsemiyorum hem yazı yazmanın neresi önemli. beni önemsememen de aptalca değil mi. neden sevgilin olduğum için mi? evet sevgilimin beni önemsemesi lazım gibi geliyor bana. haklısın ama önemsemiyorum seni. evet geçen gün beraber yürürken birden yolun karşısına geçmenden anlamalıydım bunu. daha başka şeylerden de anlayabilirdin. mesela. mesela duvarımda senin resmin yok. haklısın şu piçin resmi gözlerimin içine bakıyor sürekli, ama ben hiç bir soktuğum duvarda asılı değilim. şimdi seni somutlaştıramıyorum dememin hiç bir anlamı kalmayacak, çünkü sen o salak çerçevenin içindeki bir ölüyü hazmedemiyorsun. senin benden başkasını gözlemeni dinlemeni düşünmeni hazmedemiyorum doğru. seni bekledim yıllarca, senin için çocukluğumdan vazgeçmeye razı oldum, seninle yattım, sana verdim ulan hala neyi hazmedemiyorsun. sen hastasın. sen hastasın. ( kişi karmaşası yok ikisi de hasta) bir de çocuk getirdik dünyaya sanırım o hastalığın kendisi olmaya aday. lanet olsun, hadi kalk birimizden birinin ölmesi gerekiyor. haklısın galiba. önce tespit etmemiz gerekiyor. hakkaniyet mi arayacağız. yoo hayır. bildiğin rus ruleti yani. evet. çevir o zaman. çeviriyorum. bak nasıl da hızlı dönüyor yavşak. nerede duracak. durmuyor deniz. durmuyor evet. neden durmuyor. karşısında duracak öldürecek bir beden bulamıyor galiba. o zaman şu resme ateş edelim. olur. biz birbirimizi çok mu seviyoruz deniz. galiba öyle canım.

10.1.07

huzur

Balık avı sürüp gitmekte köprü üzerinde, kimisi oltalarını hazırlamada hala. Kafamı bir saniye kaldırıp saraya doğru bakıyorum, nemli bir boğaz rüzgarı gözlerimi yaşartıyor. Elimde cıgaram, kafamda püsküllü şapkam ve yine sapsarı kesildiğine emin olduğum yüzüm. Bir balıkçı gibi giyindiğimi fark ediyorum. Balıklar, bu akşam şu sarı saçlı çocuğun karın tokluğuna ilaç; yahut günah çıkaran bir rahibi andıran bir rakı masasına meze olmak üzereler. Sudan çıkmış balıklar işte bunlar. Yüzlerce, binlerce insan işte bunlar. Bu kadar insan; bu kadar balık; nerden gelir nereye gider? Galata Köprüsü’nün üstü altı duman altı ve ben dumanın üstündeyim. bayanlar baylar içmekteler tütünleri, silkelemekteler külleri. Bu kadar kül nereye giderse, bu kadar insan da oraya gider…
Az ileride bir ihtiyar; göz kapakları kıpkırmızı kesilmiş. Belli ki geceyi uyuyarak geçirebilen çoğunluktan değil. Yaşlılık nedir bilmem, ama uykuyla bir ilgisi olmalı.Bir müddet daha ihtiyara bakıyorum. Yatsam diyorum, yatsam şimdi ve sonra bir daha hiç kalkmasam…

7.1.07

tanımsız

Bazen, ama sadece bazen -o bazenler de çok küçük önemsiz zaman dilimlerini tanımlıyor- bir anlığına sadece ama, hani milyarda biri kadarlık bir parçasını düşünün bir saniyenin, bir saniyenizi dahi alamayan bir anlığına sadece, göz açıp kapasan o kadar kısa sürmez yani, işte o kadar kısa bir zamandan bahsediyorum bazen derken. Bazen, benim, birini şu dev sarı binanın arkasından kafasını çıkarmış bana gülerken gördüğüm oluyor. Ellerini de gördüğüm oluyor sanırım, ama belki de onlar elleri değildirler, anlayamadan kayboluyor. Sonra her defasında çıkıyorum o binanın tepesine, sonra iniyorum etrafını turluyorum tüm gün boyu. Gözlerimi sımsıkı açıyorum, gözlerimi kırptığım o küçücük zaman dilimine denk gelir de onu göremezsem diye çok korkuyorum, rahatsız huzursuz oluyorum, sırf bu yüzden küçük mandallar takıyorum göz kapaklarıma. Biri işte, çirkin saçları sanki yok kadar var, görebildiğim herşey bu kadar...